Küba’ya gitmek isterken kendimi nasıl Güney Kore’de buldum? yazısını okumayanlar önce onu okusun ki hikaye anlamlı olsun 🙂 Şimdi gelelim Seul’e olan yolculuğuma ve oradaki ilk geceme.
Rotamı belirledikten sonra tek yapmam gereken seyahat gününü beklemekti. Sonunda 5 Aralık geldi. Akşam 21.30’da Doha uçağıma bindim. Koridor tarafına düşmüştüm, çünkü online check-in yapmak için geç kalmıştım 🙁 Cam tarafında ise Hintli olduğunu tahmin ettiğim bir adam oturuyordu. Orta koltuk boştu. İlk 2 saat adamla hiç konuşmadık. Daha sonra ben çok sevdiğim ‘3 Idiots’ adlı filmi tekrar izlemek için önümdeki ekranı açtım. Filmi izlerken adam bir anda pardon bir şey sorabilir miyim dedi. Filmi durduruş o durduruş adamı bir daha susturamadım 😀 Bu filmi nereden biliyormuşum, neden seviyormuşum, o bu filmin ülkesi dışında pek popüler olduğunu hiç düşünmezmiş vb. Adam Hint filmlerinin sadece Hindistan’da izlenebildiğini düşünüyordu sanırım. Ama bence hem filmi hem de ülkelerinin sinema endüstrisini küçümsüyordu böyle yaparak. Adama kıl kapmıştım bir kere hem filmimi bölmüştü hem de sürekli Budapeşte’de bir bar sahibi olduğundan ve Qatar’da da petrol işine girdiğinden bahsedip duran her yeri altınlarla kaplı çok gösterişli bir insandı, ve sadece 26 yaşındaydı. Ben gıcık olmayayım da kim olsun 😀
Daha sonra konu geldi benim yalnız dolaşmama. Korkmuyor musun dedi. Ben de siz de gördüğüm kadarıyla yalnızsınız, aynı soruyu önce ben size yönelteyim dedim. Tam da beklediğim gibi şaşırarak ama gururlu bir şekilde ama ben erkeğim niye korkayım ki dedi. Ben de işte bu algıyı kırmak için kadınların daha da çok yalnız dolaşması lazım dedim. Beni tam anlayabildi mi emin değilim ama ben bir ego tatmini yaşadım, o yeter bana 😀 Sonra da hmm evet doğru gibi bir şeyler geveleyerek muhabbeti kesti 🙂
Doha’ya indiğimde havalimanı içinde olmama ve aralık ayı olmasına rağmen hava çok sıcaktı. Bembeyaz elbiseler giymiş, sandaletli, ellerinde 2 Iphone, bir araba anahtarı ve pahalı bir cüzdan taşıyan Araplar sarmıştı etrafımı 😀 Ama adamlar cidden haklı o sıcakta elbise giymekte. Ayrıca Doha Havalimanı çok şatafatlı ve ferah bir yer. Videoda gördüğünüz gibi ayıcık benzeri kocaman bir oyuncağı bile var 😀
[wpvideo 5rJ9BAYY]
1,5 saatlik bekleyişin sonunda Seul uçağımın vakti gelmişti ve ilk defa bir sırada 3-4-3 şeklinde 10 koltuğu olan bir uçakta uçuyordum. Uçakta en az 15 hostes ve host vardı, abartmıyorum. Benetton’ın ırkların kardeşliği ve çeşitliliği reklamlarından çıkmış gibiydiler 😀
Daha önce dediğim gibi online check-in günler önce açılmasına rağmen ben anca uçuşumun sabahında koltuğumu seçmiştim. Unutkanlık işte… Bu yüzden de çok arkalardan bir koltuk seçebilmiştim. 38-K 😀 Yanlarım online check-in yaparken boş görünüyordu, uçağa girince de dolmaması için baya dua ettim. Veee sonunda uçak kalktı gelen giden yoktu, bütün yolculuk boyunca bir oraya bir buraya yatarak 8,5 saati geçirdim. Qatar Hava Yolları da baya sık ikram yaptılar sağ olsunlar 😀 Demek ki neymiş böyle uçuşlarda en arkaları seçmek mantıklı bir hareket olabiliyormuş 😀 Bu taktiği dönüş uçağında da uygulayarak aynı şekilde bütün yol 3 koltukta uyuyarak seyahat ettim. Bu taktik her zaman tutar demiyorum ama kış aylarında G.Kore’ye giderseniz denersiniz 😀
Uçakta karşılaştığım bir diğer ilginç durumsa çekik gözlü kardeşlerimizin çoğunun maske takmasıydı. Bu durumu G.Kore’de ve Japonya’dan her yerde göreceğimden habersiz bir şekilde yolculuğuma devam ettim.
G.Kore’ye inmemize yakın, uçakta bazı formlar dağıtıldı. Hatırladığım kadarıyla belli sağlık prosedürleriyle alakalılardı. Ayrıca bir de sen kimsin, adresin ne, niye geldin, kaç gün geldin falan gibi soruların da bulunduğu bir form vardı. Bunları hazır uçaktayken güzel güzel doldurun.
Pasaport kontrolüne giderken yolda bir de sağlık kontrolü oluyor. Sağlık formunuzu bırakıyorsunuz bir de termal görüntüleme sistemleriyle ( kapımsı bir şey işte 😀 ) ateşinizi ölçüyorlar. Adamlar sağlığa ve bulaşıcı hastalıklara takıntılılar. Maskerlerden anlamalıydım zaten 😀 Pasaportta çok bir sorun yaşamadım.Bu arada Güney Kore Türklerden bordo yeşil fark etmeden vize istemiyor. 3 ay boyunca vizesiz takılabilirsiniz.
Daha sonra kendimi hızlıca şehir merkezine giden trene attım. Bir baktım trende de insanların en az %30u maske takıyor. Bir de zaten görünüş olarak bizden çok farklı oldukları için Korelileri birbirlerine benzetmeye çok meyilliyim. Üstüne bu maske olayı da gelince hepten birbirlerine benzemeye başladılar, bir ara nereye geldim lan ben diye bir korkmadım değil 😀

kore maske

Bu resmi internetten buldum, ama durum çok benzerdi.


Ayrıca trende insanlar çaktırmadan bana bakıp duruyorlardı. Başta ben abartıyorum sandım ama sonra Koreli arkadaşlarıma sorduğumda doğru görmüşsündür dediler. Sarı saç, çekik olmayan gözler ve hafif çıkıntılı bir çehre ( Karadenizliler yaşadı 😀 ) onlara farklı ve güzel geliyormuş. Makyaj yapmadan nasıl dışarı çıkabiliyormuşum, onlar en az 1 saat hazırlanıyorlarmış. Halbuki ben de çekik göz, beyaz ten, minik burun birleşimi olan Koreli kızları çok güzel ve bakımlı bulmuştum. İnsana ne farklı geliyorsa o güzel geliyor işte. Böylece karşılıklı bakışıp durduk Kore gezim boyunca 😀
Normalde Seul’de tren ve metrolarda bedava wi-fi var ama benim telefonum bağlanmadı. Ben de annemlere iyiyim diye kısa bir SMS attım. Bence sadece haber vermek isteyenler için en hesaplı yöntem bu.
Bu arada G.Kore’de tren biletlerinizi istasyondan çıkana kadar saklayın. Makinelere tekrar soktuğunuzda size depozito ücreti veriyor. Bunu unutmayın!
Bu arada istasyonlarda şu aşağıda gördüğünüz dolaplardan vardı. İçlerinde gaz maskeleri bulunuyor. Kuzey Kore’nin hırçınlaşmaya başladığı zamanlardı ve bunları gördükçe biraz korkmadım değil…
Seul metro acil durum

Metro istasyonlarındaki acil durum dolapları


Havaalanı treni sizi merkeze kadar getiriyor. Oradan hangi durak sizin kalacağınız yere yakınsa aktarma yaparak metroyla çok rahat ulaşabilirsiniz yerinize. Tabi bütün bunlara evdeyken wi-fili rahat ortamlarınızda bakmış, araştırmış olmanız gerekiyordu 😀 Ayrıca benim çok işime yarayan Seul metro uygulamasını buradan indirebilirsiniz.
Ben de tabi ki otelimin yerini daha önceden Google Maps’te indirdiğim çevrimdışı haritamda işaretlemiştim. Metrodan indiğim gibi başladım yürümeye. Çok ilginçtir ki elektrik kabloları hala yeryüzünde ve hepsi karman çormanlar. Çok tuhaf geldi valla bana. Gezim boyunca da bu soruma doğru düzgün bir yanıt bulamadım. Bazıları deprem çok oluyor burada yerin altına ondan indirmiyorlar dedi, bazıları da çok pahalı şimdi aç kaz falan ondan yapmıyor belediye dedi. Nolur bu meseleyi tam bilen biri bana da anlatsın.
Elektrik Kabloları Seul

Hiç yakıştıramadım SEUL!


Neyse otelime 20:00 civarı vardım. Hatırlatayım uçak 17:35te inmişti 😀 Otel dediğime de bakmayın aslında minicik bir hostel burası. Adı Gateway Korea Guesthouse. Beni oranın daimi müşterisi olan Kore asıllı ama Danimarka’da doğmuş büyümüş futbol antrenörü bir kadın karşıladı. Evet, benim de kafam baya karışmıştı. Bu tip durumlarda şunu anlıyorum ki biz baya bir ön yargıyla büyüyoruz. Kız sırf çekik gözlü ve Korece biliyor diye ilk 30 dk kızı ‘Yani sen Korelisin ama Danimarka’ya okumaya falan mı gittin, anlamadım ben ya’ şeklinde yordum 😀 Sonra fark ettim ki kız kendini nereli hissediyorsa oralıydı. Danimarka’da doğmuş, büyümüş, oranın vatandaşı, oraya ait hissediyor. Bitti, Danimarkalı o zaman. Akrabaları sayesinde Korece biliyor ve arada buraya geliyormuş.
Hostelimizin sahibini gece yarısına kadar asla göremedim. Çünkü adam resmen hem dışarıda bir işte çalışıyor hem de evini hostele dönüştürmüştü.
Odamdan da biraz bahsedeyim. 3 tane ranza var, küçücük bir oda. Ben gittiğimde Tayvanlı iki kız 6 gecedir orada kaldıkları için odanın altını üstüne getirmişlerdi.
İlk gece Jet-Lag olmamak için hemen uyumamalıyım diye düşünüyordum. Dışarı çıkıp dolarlarımı bozdurmalı ve yemek yemeliydim. Hostelde takılmaya hevesli kimseyi göremeyince dışarı tek çıkmak için hazırlandım. Tam çıkıyordum ki biri arkamdan seslendi yemek yiyeceksen katılabilir miyim diye. Ya yerim seni tatlış kız gel katıl tabi 😀 Böylece ilk arkadaşımı edinmiş oldum. Adını hatırlayamasam da hikayemizde onu Singapurlu tatlış kız diye anlatacağım 😀
Daha sonra bize o ana kadar hostelde olduğunu fark etmediğim çok ciddi görünen, dövmeli falan bir İngiliz abimiz de katıldı. Ben bunlara güvenmiştim güzel bir yer biliyorlardır diye ama götüre götüre aşırı acı yemekleri olan, Amerikan filmlerinden fırlamış gibi duran bir bara götürdüler. 20 dolar verdim o yemeğe. Hala ağlıyorum arkasından 😀 Kore’de yediğim diğer yemeklerin toplamı 20 dolar etmiyor 😀 Bu 20 dolar kredi kartımdaki son paraydı ve ekstre 3 gün sonra dönecekti. Benim acilen döviz bürosu bulup para bozdurmam gerekiyordu. Fakat asla açık bir yer bulamadık ve yeni edindiğim canım arkadaşlarım amaan biz öderiz, yarın hesaplaşırız, dert etme hiç dediler 😀
Daha sonra hostele dönmektense biraz daha takılalım diye içeride hiç turist olmayan %100 yerel bir Kore barına girdik. Koreliler o kadar sağlıklı bir millet ki her barda masalarda bedava su oluyor. İçki içerken bir yandan da su içiyorlar. Neyse burada biraz oturup Soju adlı Kore içeceğini tattıktan sonra kalkalım bir de kulüplere göz atalım dedik. Bir yerin önünde baya sıra vardı, biz de girdik sıraya. Burada belirtmek istediğim bir nokta var. SIRADA YİNE BİR SÜRÜ MASKELİ İNSAN VARDI. Evet, gerçekten varlardı. Dayanamadım sırada arkamda bekleyen Korelilere sordum. Onlar da artık maskelerin normal sebeplerin dışında bazı gençler arasında bir moda haline geldiği için de takıldığını söyledi, ama bizce de çok saçma valla diye de ekledi 😀  Neyse tam sıra bize geldi, bodyguard diyor ki ‘No Korean, No dance’. Çattık valla, böyle ayrımcılığı da ilk defa gördüm 😀 Ama her yerde böyle olacak diye bir şey yok, belki orada öyledir sadece.
Neyse kulüp maceramız bu nedenle çok erken bitti, biz de hostele dönelim dedik. Yolda zil zurna sarhoş, elleri duvarları yumruklamaktan kan içinde kalmış bir Koreli çocuk yapıştı bize, bırakmıyor. İngilizce tek diyebildiği şey ‘Club, Lets go to club, no problem, you, me no problem’. Biz de çocuğa yardım etmek için yoldan geçen 2 Koreli kıza bu çocuğun derdi ne bi sorun anlayın falan dedik. Kızlar başta tamam tabi yardımcı oluruz falan dediler, sonra 2 dk geçti başladılar bizim İngilize ‘Aa gözlerin ne güzel mavi, tam da filmlerdeki gibi’ falan diyip laf atmaya 😀 O noktada gerçekten komedi filmi gibiydi her şey. Neyse sonunda çocuğa kahve içirmeye karar verdik ve bir Starbucks’a girdik. Çocuk burada 341324 kez ‘me, you, us no problem club’ falan demiş olabilir. Sanırım bizi kulübe almadıklarını görmüştü ve yardımcı olmaya çalışıyordu. Ama o halde biri birine yardımcı olacaksa, kesinlikle o yardım eden olamazdı 😀 En sonunda çocuğa telefonunun şifresini girdirmeyi başardık ve kızlar çocuğun ailesini arayıp yolu tarif ettiler. Bu arada çocuğun cüzdanını biri hacıladı, çok üzüldüm valla. Tahminim hiç sesi çıkmayan sinsi Singapurlu tatlış kızdan yana 😀
Sabaha karşı 3 oldu, Seul sokakları inanılmaz canlı. Biz yorulmuşuz artık hostele dönelim diyoruz. Ben zaten jet-lag olmayayım diye diye uyumadan diğer güne geçmişim resmen 😀 Yolda bir baktım ki kocaman bir bina, kat kat, oda oda bölmüşler ve minik karaoke makineleri koymuşlar. Dışarıları cam kaplı olduğundan içleri görünüyor. Eğer biri güzel söylüyorsa o sırada onun sesini dışarıya veriyorlar. Denemeyi çok istememe rağmen yorgunluktan öldüğüm için onu başka bir güne bıraktım.
Karaoke Binası Seul

Karaoke Binası 🙂


Bu olaylar olurken tabi benim nakit param yok ve her şeyi İngilize ve Singapurlu tatlış kıza ödetmişim yarın döviz bürosuna gidip bozduracağım paramı söz diye diye 😀 Ay en son hostele dönerken ben bir acıktım, utana sıkıla tatlış kızdan bana sokakta satılan ekmek arası et şiş gibi bir şey almasını rica ettim. (O kadar cüzdan hacıladı alsın bir zahmet di mi :D) Bu arada Seul’de sabahın o saatinde bile sokakta yemek yemek isterseniz bir sürü seçenek oluyor, acıkmamak imkansız.
Sonunda hostele döndük. Ve ben Türkiye saatiyle 21.30’da bindiğim Doha aktarmalı Seul uçağımdan indikten yaklaşık 9 saat sonra ilk defa uyuyabildim. O gün yaklaşık 24 saat hiç uyumadan yaşamıştım 😀 Daha sonra bu çılgınlıklarımın bana IQ düşüşü olarak geri döneceğini bilmeden mışıl mışıl uyudum.
Sonraki günlerim daha da güzel geçti, takipte kalın 🙂
 
***Maskelerin Gizemi***
İnsanların maske takmak için birçok nedeni varmış:

  1. Hava kirliliğinden etkilenmemek
  2. Bulaşıcı bir hastalık geçirirken başkalarına bulaştırmamak
  3. Uçak, otobüs, metro vb gibi kalabalık yerlerde herhangi bir hastalığa yakalanma ihtimallerini düşürmek
  4. Bazı ergen Korelilerin havalı olduğunu düşünüp moda haline getirmesi 😀

Beni 7 günde öyle bir etkilemişler ki Türkiye’ye döner dönmez grip olduğumda annemi arayıp eczanede maske varsa sorsana size bulaşmasın şimdi demiştim. Hatta Seul’de metroda maskesiz hapşırırsam bana kötü kötü bakarlar diye gizli gizli hapşırmaya çalışıyordum 😀 Bana kalırsa başta şaşırtsa da güzel bir uygulama olmuş.
Ayrıca birçok farklı maske dizaynı da mevcut 😀SCMP 30JAN13 CH SMOG12  masks.JPG